Arkadaşlar facebook grubumu desteklemek için bu web sitesini yaptığım için sık sık web tasarımcılarının forumlarına giriyorum. Bilgi alışverişinde bulunuyorum. Bir forumda rastladığım gerçek bir hayat hikayesini paylaşıyorum.
Yazıda bilmediğiniz terimler olabilir ama ana fikri güzel. Adsense reklamları dedikleri, sitelerde gördüğünüz ve site sahibine para kazandıran reklamlardır.
AYNEN KOPYALIYORUM
Merak edenlere, hikayenin devamı..
29 Temmuz 2008 gece 24:00’e gelirken foruma gönderdiğim Teşekkürler Adsense! İlk arabam senden olduğu için. Başlıklı yazımın üzerinden tam 7 yıl geçmiş. E, bu kadar yıldan sonra neler oldu paylaşmak lazım diye düşündüm.
O postu gönderirken, o gece o kadar heyecanlıydım ki o yaşadığım duyguyu hala unutamam. Adsense tabanlı çalışmalarımın karşılığında kazançlarımla bir otomobil almıştım. Bu inanılmazdı. Tamamen legal ve alın teri karşılığında bir şeye sahip olmak muhteşemdi. Çok marka bir araç değildi ama elde etmek için yapılan uğraşlar düşünülünce cidden her şeye değen bir araçtı. Sadece onunla kalmamış bütün faturalarımı, harcamalarımı karşılayan bir sistem kurmuştum. O zamanlar yaş 28 idi. Oldukça heyecanlı günlerdi.
Adsense ve Google bende bir Making Money meselesinden çok hem maddi hem de manevi olarak zor günler geçiren, Anadolu’nun kırsal bir köşesinde hayat mücadelesi veren bana bir umut olmuştu. Bütün gençliğimin kurtarıcısı, zor günlerimde beni kimseye muhtaç etmeyen, hatta şuanki hayatımın yapıtaşlarını oluşturan şeydir Adsense, SEO ve Google.
Peki o günden bu yana neler değişti hayatımda, arabaya ne oldu? Benim hayatımda neler değişti bu olaylardan sonra? Haydi hikayeye geçelim,
20 li yaşların başına kadar bilgisayar teknik servisçiliği yapan, sonrasında üniversiteyi kazanıp okumaya koyulan, ilk senesinde yurtdışındaki babasının başından geçen ağır bir trafik kazası ile okulu bırakıp tekrar çalışmaya koyulan bir adamın kurtuluş hikayesidir birazdan okuyacaklarınız.
2006 yılında uzun dönem askerlikten döndükten sonra bir süre iş aradım. Teknik anlamda klasik “formatçı” tecrübesine sahiptim, ötesi yoktu. Gelir gelmez Gaziantep’te iş aramaya başladım, alakasız bir çok iş yaptım. Okulu bırakınca iş bulmak sıkıntılı oldu. Babam geçirdiği kaza sonrası hafızası kaybetmişti. (Yıllar sonra düzeldi tabii ki, şükürler olsun.) Adsense, Google, PPC gibi kavramlarla alakam bile yoktu. Güvenlik görevlisi oldum, sarmadı bıraktım. Öylece oturup beklemek bana göre değildi. Arada bir çok iş yaptım alakalı alakasız. Ardından bir kargo firmasında PC Operatörü olarak başladım. Bu da geçici idi. Gönlüm IT’den yana ama bir türlü yollarımız kesişmiyordu. Bir taraftan da boş vakitlerde araştırma yapıyordum neler yapabilirim diye. Sonra bir arkadaşım, “hknocn, olm ben bir şey duydum, insanlar internetten para kazanıyormuş, nedir ne değildir bir bak istersen senin İngilizce var.” deyince ben de “Hadi len, olur mu öyle şey? Yatarak para mı kazanılır?” diye dalga geçtim. Sonrasında akşam eve gelince merak ettim, bir araştırayım dedim. Bu işlerin dalga konusu olmadığını o an anladım. “DigitalPoint” sitesi ile tanıştım, üye oldum. Sonra R10’a üye oldum. Çok araştırdım. Basit bir blog ile başladım. O blog ile Adsense başvurumu yaptım, PIN geldi. İlk zamanlar 10, 20, 50$ ayda geliyordu. Sonra baktım bu iş ciddi. Siteleri çoğalttım, kargo işinide bıraktım eve kapandım. Büyük bir dedicated aldım. Hem sunucuyu yönetiyor hem de sitelere içerik giriyordum. Yaptığımın işin çoğu İngilizce’den Türkçe’ye özgün çeviri yapmaktı. Bol bol yabancı sitelerde makale okuyordum. Ona göre de sistemlerimi organize ediyordum. Kazançlarım çoğaldıkça özgüvenim ve sürekli araştırma isteğim körükleniyordu sanki.
2007 gibi başlayan serüven 2010’a kadar devam etti. Aylık 2000$’a kadar çıktım. İlk Notebook’umu aldım. İlk otomobilimi aldım, ilk bir şeylerimi almaya devam ettim sürekli. Her yerden mobil işlerimi yönetmeye başladım. 2010 yılı sonrası iyi bir birikim yapmıştım. Bunu değerlendirmek istedim. Teknikten anladığım için bir iş yeri açtım. Hem satış hem de servis işlerine başladım. Güzel gitti her şey ama baktım kirası, vergisi, borcu harcı, insanları zor bu işler. Adsense kazançlarım sürekli inip çıkmaya başladı. Ailem de biraz kendine gelmişti o zamanlar. Zor günler yavaş yavaş geride kaldı. Madem üzerimden bir yük kalktı, ben de bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm. İçimde müthiş bir azim vardı. (Gerçi hala var.)
Tekniği ve sistemleri çok seviyordum. Hep basit bir formatçıdan ötesi olmak istedim hayatım boyunca. Enterprise yapılardaki IT süreçleri nedir, neler kullanılıyor, teknolojinin son ürünleri, sunucular, cloud, security olmak istediğim yerdi. Şuanki durumuma baktım, esnaflıktan öteye gidemiyordum. (Esnafları buradan asla gücendirmek istemem, yaptığı işler o kadar zor ki, insanlarla uğraşmak gerçekten çok zor. Esnaflık zor zanaat herkes yapamaz.) Ben sadece daha fazlası yapabileceğime inanıyordum.
Aklıma keskin bir fikir geldi. Adsense işleri devam ederken, oradan gelen yatırım ile, dükkanı da satıp üniversite okumaya karar verdim. Yarım kalan okul serüvenine devam etmeliyim diye düşündüm. Öyle bir bölüm okumalıyım ki önceki tecrübelerimle yenilerini birleştirip okul sonrası kolayca iş bulabileyim istedim. 30 yaşımdan sonra YGS’ye girdim. İyi bir puan aldım. Süleyman Demirel Üniversitesi’ni kazandım. (Bölümü özelden yazabilirim, kimlik ifşa etmek istemiyorum.) 2 yıl boyunca sistem, network ve programlama dersleri aldım. O yaşta bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Bölüm hocaları kaliteli insanlardı. Lab ortamı da gayet tatmin ediciydi. Çok şanslıydım. CCNA olan hocalar bile vardı. Gece gündüz demedim hayvan gibi çalıştım. Uyumadım. Okulun derslerini hep AA ile geçtim. 3.96 ortalama ile bitti.
Okulun derslerini ve sınavlarını vermekle yetinmedim, sürekli Kariyer.Net gibi sitelerdeki “Sistem uzmanı, CCNA, Network, Cisco” gibi iş ilanlarını inceleyip “Sektör benden ne istiyor? İlanlardaki güncel kavramlar neler?” şeklinde araştırmalar yapıp ilan metinlerdeki kavramları araştırıp öğreniyordum yabancı sitelerden. Okuldaki temel derslerin yanında piyasaki ürün ve kavramlara çalıştım. Mantık basit, Okul sonrası piyasaya için hazır olmak istiyorsam piyasadaki mevcut IT iş ilanlarındaki istenilen kriterleri bilmem ve bu konularda uzmanlaşmam yeterdi. Zor olan hem piyasadaki güncel kavramlara hazırlanmak, boş zamanlarda onları öğrenmek hem de okulun derslerini aksatmadan sınavlardan tam puan almak idi.
JAVA, .NET, PHP, SQL, CCNA, MCSE noktasında temel kavramlar zaten okulda temel olarak veriliyordu. Bunların temel hali bile benim ufkumu açmaya ziyadesi ile yetti de arttı. Bunların üzerine yapılması gereken tek şey, alanını seçip o yolda uzmanlaşmak. Yazılımcı mı olacaksın? Sistemci mi? Ya da bir Network gurusu mu? Okul temeli verdi, ben yolumu çizdim. Network ve sistem! (Bu arada bu aralar Python’a kafayı taktım. Onunla haşır neşirim. Önerilerinizi beklerim.)
30 yaşından sonra okul okumak inanın farklı bir deneyim. Neyse ki görüntüm 30 yaşında insan görüntüsü değildi. Gençlerin arasında kolayca katılabiliyordum. Yalnız ciddi anlamda bana manyakmışım gibi bakıyorlardı. “Abi, bu yaştan sonra derdin nedir? Ne bu telaş?” diye soran çok oldu ama. Mantıklı bir açıklamam her zaman vardı. Okulda dersler “perfect” olunca ve her bir halttan anlamaya müsait bir yapım olunca bir anda ortamı kuruyorsun insanlarla. Merak edenlerle sürekli bilgi paylaşıyordum. Nedense, belki de azimdendir ama daha çabuk giriyordu kafama anlatılan dersler. Aslında bana manyakmışım gibi yaklaşmalarının bir nedeni de şu idi, dersler bana o kadar muhteşem geliyordu ki anlatamam, örneğin bir sistemci hocam derste “rdbms” anlatırken ben her öğrendiğim kavramda “oha, has…tir, ulan ben hiç bir şey bilmiyormuşum, vay arkadaş,” diye içimden nidalar atıyordum. Ya da networkçü hoca bir Cisco Router üzerinde OSPF + EIGRP redistribute simülasyonunu yaparken ciddi anlamda zevkten o ders akşama kadar bitmesin istiyordum. Derslere doyamıyordum, çünkü ben bu dersleri dışarıda binlerce doları üst üste versem bu şekilde alamazdım. Aynı zamanda hayatım boyunca öğrenmek aşkı ile yandığım kavramlardı bunlar. Ufkum açılıyordu. 30’lu yaşlar benim yeninden hayata sarıldığım, içimde 20’li yaşlarımın tecrübesizliğini attığım, daha bir ne istediğimi bildiğim, hayatı daha çok sevdiğim, içimde 18’li yaşlarımın enerjisinin olduğu yaşlar oldu.
Bu süreçte Adsense’ı tamamen bıraktım. Kariyere yoğunlaştım. Okul bittiğinde kendimi piyasaya o kadar hazır hissediyordum ki.
Okul zaten 2 yıllık bir bölümdü, 1. senenin sonunda biraz maddi sorunlar yaşamaya başladım. (Okula başlarken aldığım hayvani güçteki bir laptop, aylık öğrenci yurt kirası, yeme içme vs. ne kadar kısılsa da harcamalar, eldekini bitirdi.) Okuldan Muğla’lı bir arkadaşım “Hadi gel yazın Bodrum’da çalışalım. Hem para kazanırız, hem de tatil yaparız.” deyince balıklama atladım. Bodrum Torba’da yaz sezonu sahilde garsonluk yaptım. BeachBoy olmak da ayrı bir deneyimdi. Bol bol İngilizce geliştirdim. Zaten hem biraz para kazanmak, hem de İngilizce geliştirmek amacı ile gittim. Zormuş garsonluk, hele sahildeki insanlara servis yapmak, garsonluğun komanda hali sanırım.
2. yıl başlayınca okulda, ummadığım bir şey oldu. Başbakanlık bursu çıktı karşılıksız. Krediye başvurmuştum, ne olur ne olmaz diye ama adamlar karşılıksız burs verdiler. O sefer kendimle tekrar gurur duydum, notlarımdan kaynaklıydı bu. Burs ekranını görünce gözlerim dolmuştu sevinçten. Bu anı hiç unutmuyorum. “E, peki neden okul zamanları da Adsense’ı işletmedin?” diyenler olacaktır aranızda, ben de diyorum ki “yukarıdaki bütün her şeyi öğrenmeye çalışmak kolay mı?” Adsense konsantrasyon işi, fokuslanmak gerekiyor projeye. Uğraşamazdım.
Okul derece ile bitince, (3.lük ile bitti) beni Istanbul’da, alanında sağlam işler yapan kurumsal bir endüstriyel network firmasına staja gönderdiler. 60 gün staj yaptım (Bakın, 30 yaşından sonra oluyor bu işler.) stajı tamamladım. Staj boyunca inanılmaz işlere dahil oldum, ASELSAN’a yapılan bir projeden tutun da Bir devlet üniversitesinin çöken network’ünü ayağa kaldırmak için switch ve router optimizasyonu gibi case’ler ile haşır neşir oldum. Bunlar CV için güzel detaylardı. Tamam, biraz tuhaf geliyordu insanlara ama arkamda biraz sistem deneyimi olunca sanki deneyimli bir eleman almışlar gibi bir hava vardı staj iş yerimde.
Bu arada İstanbul’da hiç tanıdık yoktu, risk aldım, bir adamın evinin odasını kiraladım da geldim. Bu olayıda internetten araştırıp buldum. İçimde birazda korku vardı, “ulan ya adam böbrek.avi ‘ci çıkarsa! ^^ ” diye. Ama olmadı neyse ki. Risk almak lazım bazen hayatta. Yokda bir halt olunmuyor. Gittiğim evde Erasmus öğrencileri vardı her milletten. Fransız, İngiliz vs. Türkçe konuşan bir ev sahibi vardı sadece. Orada da İngilizce konuşma pratiğim gelişti bol bol. Staj boyunca o evde kaldım. Zamanında yaşamadığım gençliği orada bir hayli yaşadım. Çok sağlam bir kaç arkadaşım oldu oradan da.
Staj sonrası 1 hafta boş kaldım, işsizliğin verdiği kaygı ile 1 haftada 120 firmaya başvuru yaptım. Dönen oldu, dönmeyen oldu. Beğenmediklerim çok oldu. (Bu yaştan sonra iş de beğenmiyor bak. )
Beğenmediğim iş yerler daha çok hem uzak hem de parası cidden az olan yerlerdi. İstanbul’da o maaşlara geçinemezdim.
Tam umutların sonuna gelmişken şuan ki çalıştığım firma dönüş yaptı, görüştük. Kabul edildim ve hemen işe başladım. İyi ki buradayım. 2 yıla yaklaşacak neredeyse. (Burası da olmasaydı Gaziantep’e dönüp bir süre soluklanıp, para biriktirip tekrar İstanbul’a gelip bir daha, bir daha şansımı denemek istiyordum.)
Şuanki çalıştığım firmamız 20 yıllık yazılım firması. Büyük ölçekte yazılımlar üretiyoruz. 200 kişiyiz, 50 kadar developer var. Firmada sistem uzmanıyım. 40 kadar Linux, Unix, Windows application ve DB sunucular, Firewall ve kurumsal network güvenliğin yönetiminden, Sanal ve fiziksel ortamların yönetilmesinden, kullanıcıların güvenliğinin sağlanmasından tutun da Oracle, Continuous Integration, Operations Automation, IAAS, PAAS, SAAS Management, virtualization and Cloud Management, Continuous Delivery ,Infrastructure Management konularında destek sağlıyorum. Open Source teknolojileri ile uğraşmaktan keyif alıyorum, muhteşem bir yazılım ekibimiz var. Containerization, Mesosphere, Marathon ve bunlarında içinde olduğu cluster framework ekosistemi (Spark, Storm, Hadoop)üzerine çalışmalar yapıyorum. Bunlar Twitter, Ebay gibi sistemlerin yapılarında kullanılan teknolojiler. Bu yolda oldukça iyi bir yol katettiğimi düşünüyorum. (Bu konularla ilgili birileri varsa aranızda, saatlerce konuşabilirim sıkılmadan, muhabbete beklerim bu arada.)
Burası normal IT süreçleri olan bir firma değil, bir fabrika veya bir banka değil. Developer’ların sürekli istek ve problemlerine çözüm üretebildiğim, sürekli gelişen yeni teknolojileri kuruma entegre ettiğimiz. Yazılım dünyası ile sistemlerin arasındaki bir pozisyonda görev yapıyorum. Mühendisler yeni teknolojileri anında kuruma implemente ediyorlar ve bu süreçte bana da bir çok iş çıkıyor sunucu tarafında. Böylece uluslararası bütün güncel kavramlara hakim oluyorum. Beni zorluyorlar, bundan keyif alıyorum. Yazılım geliştirirken kullanılan teknolojiler departmanlara göre farklılık gösteriyor, bu ne istediğini bilen bir sistemci için bulunmaz bir fırsat. Bütün herkesin bağlandığı datacenter senden soruluyor. Ve çok farklı teknolojilerde tecrübe kazanabiliyorsunuz. Sunumlara katılıyorum, inanılmaz etkinlikler oluyor sistem ve network tarafında, onlara katılıp sektörün en önemli isimlerini dinleme fırsatı yakalıyorum. İstanbul’a hayrandım, hayalimi gerçekleştirdim. Burada yaşıyorum. Her gün Kız Kulesi’ne selam çakıyorum, yıllar önce hayalimdi ona yakın bir yerlerde oturmak. Bazılarınız için saçma şeyler ama bunu Anadolu’dan kopup gelen bir adam yapınca çok anlamlı oluyor. Hafta sonları Salacak sahilinde koşabiliyorum, oldum olası sporu seviyordum bunu burada yapmak daha muhteşem geliyor.
Hayatımın kadınını da burada buldum, en az benim kadar hayatı seven bir kadınla burada karşılaşmanın büyük bir anlam vardı. Yaptığım her şeyin ödülü gibiydi bu. Ruh ikizim baştan beri beni burada bekliyormuş.
Evet olmak istediğim yerdeyim, ve daha fazlası için uğraşıyorum. Yıllar önce Adsense ile açılan ufkum, otomobil almanın verdiği heyecan ile başlayan serüvenim, kimseye muhtaç olmadan ayakta durabilmem, hatta evime katkıda bulunabilmem, hayatı baştan yazmam ve daha ne varsa Adsense sayesindedir.
Peki, Adsense’ı Neden bıraktım? Derdim neydi bu kadar kazancın içerisinde?
Adsense bende her zaman bir hobi, boş zamanlarda uğraşılacak bir ek iş gibiydi. Hiçbir zaman o “ek” kavramından kurtulamadı. “Ek” ile şunu kastediyorum, yani asıl bir mesleğim olsun, Adsense ise her zaman boş zamanlarımda uğraşacağım bir iş olsun. Elbette Online Advertising, SEO, SEM ciddi işler. Ciddi paraların da döndüğü işler. Ama ben her zaman sistemlere, tekniğe, kurumsal yapılara, işin mühendislik tarafına hayran oldum. İşimin de bu yönde olmasını istedim. Etrafımda sürekli sistem konuşabileceğim, beyin fırtınası yapabileceğim insanların olmasını istedim. Hani derler ya, “sigortalı maaşlı bir iş” diye, ben onlardan olsun istedim. Adsense hafta sonları yine yapılır, önemli olan gelecek.
Şuan sürekli bir eğitimin içindeyim, sürekli güncel sistemlerle uğraşıyoruz. Bu sistemlere destek vermek için bol bilgili olmak ve sürekli araştırmak gerekiyor. Okumayı ve araştırmayı çok seviyorum. Bu şekilde tatmin ve huzur buluyorum. Okumak cidden bir saplantı oldu bende. 1 TB ‘ye yakın ingilizce doküman arşivim olduğunu ve bunları sürekli okumaya çalıştığımı söylesem durumun vahimliğini az çok anlayabilirsiniz sanırım. Sürekli IT, Network ve Yazılım tarafında bir sistemci olarak güncel kalmaya çalışıyorum. Hafta sonları sertifikasyonlarıma çalışıyorum. Aynı zamanda AÖF Uluslararası ilişkiler 3. sınıfım. 😛 Bitemedi bir türlü.
Bu aralar Adsense yine beni çağırıyor, Adsense portalındaki eski raporlarımı açıp ara ara “hey gidi günler” diyorum kazançlara bakıp. Belki fırsat bulabilirsem tekrar girebilirim hobi olarak ama Adsense benim hayatımda önemli bir dönüm noktasıdır arkadaşlar.
Bu yazıyı uzunca zamandır yazmak istiyordum ama malum çok yoğun geçiyor günler. Sonunda yazma fırsatı buldum. Sizleri seviyorum, herkese başarılar bol kazançlar. Ara ara sizleri izliyor olacağım buradan. Burada hayat stabil!
(Okuduğunuz kısa hayat hikayesinde 1 kelime bile kurgu yoktur.)
_Edit 01.07.2015
Son bir kaç ek, üstteki yazıyı hızlıca mesaide yazdığım için sonradan aklıma gelen anlatmaya değer detayları eklemek istiyorum. Ki zaten anlatılanlar tamamen bir hızlı bir özet geçmeceydi. Yaşanılan o kadar enterasan, zor, keyifli, acılı, neşeli şeyler vardı ki.
Hayatı “Cluster”lamak nedir bilir misiniz? Hepimiz farkında olmadan hayatımızı High Availability yetkinlikleri ile donatırız. Sistemci arkadaşlar bilirler, cluster (kümeleme), High Availability (Yüksek erişilebilirlik, her durumda hayatta olma), Load Balance (Yük dengeleme), Always on, Fault Tolerant yapılar.. ? Bu saydığım şeyler çoğunuza yabancı gelecek, gayet doğal bu durum. Bunlar bir çeşit sistem ve topoloji mimarileri. Genel anlamda bu mimarilerin hepsi bir yapıyı her şartta ayakta tutmak ya da yükü paylaşmak, hatalı durumları tolere etmeyi amaçlar.
Ben bu mimarileri yıllar öncesinden kendi hayatıma uygulamaya çalıştım. Tuhaf gelebilir ama anlatayım dilim döndüğünce. High Availability dediğimiz şey, operasyonun her ne olursa olsun bir disaster durumunda ayakta kalması demektir. Ben ise mesleğimi tek bir şey ile sınırlamadım. Okula başladığım yıllarda “ulan bütün bu çabam ya sonuç vermezse, ortada kalırsam, sistem tarafında planlarım tutmazsa? o zaman ne olacak” diye kendi kendime soruyordum. Hayatı yedeklemeye karar verdim. Adsense’den kazandığım ve biriktirdiğim yatırımlarla okul devam ederken bir yandan da, işinde uzman olan ve piyasa iyi işler yapan bir CAD/CAM uzmanı hocamdan, parası ile hafta sonları 3DSMAX dersleri aldım. Autocad pafta çıktısından nasıl 3DSMAX’te bina ölçülü ayağa kalkar, nasıl texture edilir, Vray nedir, Realistic Rendering nedir, Katı ve organik modelleme nedir gibi konularda uzmanlaştım. Zaten o konulara yeteneğim de vardı. Plan şuydu, eğer Istanbul’da sistem tarafında iş sorunu yaşarsam hazırladığım 3D portföy ile bir mimarlık veya tasarım ofisinde 3D Designer olarak başlamaktı. Porföyüme de güveniyordum. Ama neyse ki gerek kalmadı. Gönül hep sistemden yana idi. Tasarımcılık güzel de o mesleği icra etmek de büyük zanaat. Yapanlar bilirler, sen muhteşem bir şey yaparsın karşıdaki adam anlamaz, sen dandik bir şey ortaya çıkarırsın adam ona aşık olur. Göreceli şeyler bunlar.
Görüleceği üzere mesleği yedeklemiş oldum. Bir nevi Fault Tolerant yapı hazırdı. (Gülmeyin!) Hedeflediğiniz her mezuniyet, kaliteli bir eğitim, kaliteli bir uluslararası sertifika, yeni bir yabancı dil aslında sizin bu hayatta tutunmanızı sağlayacak, hayatı kolaylaştıracak ek bir donanımınız, yeni bir High Availability modülünüzdür. (Bu da benim kendi tespitimdir.)
Sonra Cluster’lama işlemine geçtim. Yani insan networkü. Bütün IT forumlarına kayıt oldum, orada uzman insanlar tanıdım. Networkü genişletmeye çalıştım. Bu okuldan sonra çok işe yaradı. Şuan şirkette çalışırken bile ara ara arayıp fikrini sorduğum insanlar bu şekilde hayatıma girdiler.
Peki Load Balance olayı? Gerçekte web app sunucuları n tane scale edip ön tarafa bir tane Nginx vs. HaProxy koyarak reverse proxy mantığı ile yükü dağıtıp handle edersiniz. Ya da network yükünüzü bir kaç hat üzerinden dağıtıp hattı rahatlatabilirsiniz. Benim yüküm ise bu kadar şeyle meşgul olan beynimin yükünü bir şekilde gevşetebilmekti. Onu da kaliteli arkadaşlar ile başardım. Benim yaşım 30 deyip kenara çekilmedim. Hayatıma giren “kaliteli” kim olursa olsun, yaşı ne olursa olsun hayatımda tutmaya çalıştım. Sıkı dostlarla da bol bol problemlerimizi tartışıp, anlatıp relax oldum. Birileri ile konuşmak her zaman daha çok motive etti beni. Gitar öğrendim naçizane, çok çalamasam da müzikle rahatlamayı öğrendim. Yeri geldi mikrofonda konser verdim. Bazıları deli diyordu bana takılmacasına ama var sanırım biraz da delilik, bütün bunları 3-5 senede yaptığıma göre.
_Edit 01.07.2015
İngilizce öğrenimi, geliştirme yöntemleri ile ilgili merak eden arkadaşlar için tekrar fırsat bulduğumda bu konunun devamına uyguladığım yöntemleri eklemek istiyorum. Biraz geç olabilir ama er geç paylaşırım. Daha çok teknik İngilizce’ye hakimim. Bir klasik roman okuyamam ama oturup Wendell Odom resisin 1600 saayfalık şu kitabını zevkle 3 ayda tercüme ederim.